15 Aralık 2010 Çarşamba

uzun uyku saatleri

serin tarafı çevrilen yastıklar

ısı düştükçe artan yorgan kalınlığı

kapadığım kombinin ses kaybı

duvardaki kartpostalın yavaşça yere düşüşü

yer lambamın ampulünün patlaması; kedinin lambası bu

görece sağlıklı bir beslenmeyle kendimi kandırışlarım

bunlara, yükselişte olan umursamazlığımı ekliyorum

yok, yanlış kelime oldu; duyarsızlığımı diyecektim

umursamamaya yol var daha

önce metro istasyonunun kapısına gideceksin

emin ol, kaçırmazsın, işaretleri takip et

olmadı, sana eşlik eden gösterir parmağıyla doğru yönü

eşlikçilerin işi bu, kendilerini düşünürler ilk başta

kapıyı bulduğunu farz ediyorum.

kişisel seçime göre değişir

yürüyen merdivenler ya da normalinden inmeye başla

kimsenin şeker dağıtmasını bekleme

soğuğundan kaçtığın dışarısı, seni yalnız bırakmaz

her şey alışa alışa

jetonu alırken içinden geçecek

"hala geri dönebilirim, iliklerime kadar da üşümemiştim aslında"

oh, parayı attım bile makineye

bir adet? evet, bir yeter, dönüşü göremiyorum şu an

"gidiyorum, gerçekten yapıyorum bunu"

turnikeyi geçtin bile

metroya gider levhasını görmüşsün, devam ediyorsun

ana fikri aldım, dibe iniyorum

önce duyarsızlaşacağım sonra da umursamazlık basacak

bir trene atlayıp duraklardan geçip

kendimi, şimdiden bilemeyeceğim bir yolculuğa bırakacağım

ses sisteminden çıkan bilindik bir melodi ve ritm yığını

ve bunun bana neyi hatırlatması gerektiğini unutmuş olmam

önümdeki kağıda çiziktirdiklerimin düzensizliği

masamı toplamamaktaki kararlı direncim

bira içmek isteyip, boşver şimdi demelerim

önümdeki olasılıkların fazlalığına inanışım

kendimi mi kandırıyorum?

bana ne, güzel bir oyun bu.


üstüme karalanan çizgiler geçerliliğini kaybediyor. ben yeni çizgileri kovalıyorum. arabanın penceresinden rüzgara karşı tutunurken, yüzümde değişik bir ifade beliriyor. rüzgar ters yönde esseydi de, başka bir ifade olacaktı. bunu kontrol edemem ki. ama etmeye çalışıyorum.

bir yandan, pastamdaki mumları bir nefeste söndürüp ağzım kulaklarımda bakabilirim etrafa. oysa ki, bırakayım ateş yansın. küçük küçük ateşler. bunu unutmuşum.

pastamı yemek istiyorum. çikolatalı. sadece çikolata. bunu kabul etmeliyim. birçok çeşit pastadan hoşlanabilir ve yiyebilirim ama benim pastam çikolatalı. bitter ve sütlü çikolata karışımı, ama gitgide daha fazla bitter. bıçakla kestiğim parçaları elime alıp afiyetle yemek. yine bir düzen var yani. önce parçalara ayırıyorum. belki en büyük dilimden başlayacağım yemeye. önce bir göz gözdireceğim, "hımm, hangisi daha leziz acaba". evet, açgözlüyüm bir yandan da.

ama ben daha pastaya dokunmadım bile. halbuki, fırından çıkalı bayağı bir oldu. bazen pastaya yüzümü gömdüğümü düşünüyorum. sadace düşünce olmayabilir bu; gömüyorum da. çikolata parçaları geliyor ağzıma, dayanamıyorum. bitirmeliyim hepsini. bitireyim ve bu boşuna arayış bitsin. gözlerim ağırlaştı. telefon çalıyor. ne o, sabah olmuş. bir saniye, gece tüm pastayı yedim ben. sabah nasıl oldu. tüketmiştim her şeyi. yine mi arayacağım yani. pufff.

14 Aralık 2010 Salı

üstüne gitmeden geçmek bilmiyor bazı şeyler. bu şeylerin en bir şey olanı aşk.

2 Aralık 2010 Perşembe

bugün yürüdüm biraz. sonra eve dönmedim. devam ettim yürümeye. sersemletici lodos ve sersem ben. iyi bir eşleşme.

29 Kasım 2010 Pazartesi

patlamış bir hayalet dünya


zayıf olmayı seçmek. yazdıklarının anlamını yitirmesi. günlerce yataktan çıkmama isteği. uyanık geçen anlarda, ekranın karşısında boş boş oturmak. sonra aklıma geliyor. ağlıyorum. ağlamaktan yoruluyorum. ağlamayı kesiyorum. uyuyorum. uyum göstermiyorum, sadece uyuyorum. uyanınca daha iyi olma umuduyla. gözlerimi açıyorum, bir rüyadan ya da dolaysız. yüzüm nasıl görünüyor acaba diye düşünüyorum. ağladım, kaşlarımı çatıp gözlerimi kapadım. bu sabah kalktığımdan daha kötüyüm büyük olasılıkla. bir pizza istesem mi. nerede kaybettim kendimi, hangi yaşımda.

üst üste dinlediğim parça: gorefest- revolt. iniş çıkışları kendimi hatırlatıyor. kendini hiç unutmayan biri için fazladan bir yük bu. yükü üstüne alıp, de niro'nun çıktığı gibi bitmeyen bir tepeyi çıkıp çıkıp çıkıp, bittiğini görmek istiyorum. o kadar inançlı değilim ama, sorun bu.

rüyamda "suya dalsana, dalış yapsana" diyordu biri sanki bana. geçenlerde de, çoktan patlamış bir hayalet dünyanın şemasını gördüm. çizeyim bunu bari. bir yandan bonibon yerken.

çizmedim daha.

13 Kasım 2010 Cumartesi

son viyk

viyk viyk viyk!

sızlanma artık ayşe

bu kadar viyk yeter.




11 Kasım 2010 Perşembe


evin koridorunda bir parıltı

öğlen güneşi akşam üstüne düşmeden


atmasyon bir mırıldanma

salına salına yoluna devam eden kedi
ceviz kabuğu rahatlığında iç içelik
başka bir şey yok
şu an.

10 Kasım 2010 Çarşamba












Çıktım çıkmadım.

Lise rüyaları. Yalnızlık hissi. O rüyalarda çok yalnızım. Ben mi hep farklı olduğumu düşündüm yoksa diğerlerine mi başka geldim diye düşünüyorum. Bundan ileri gidemiyorum. Her zaman bir sorun oldu. Bunun izini sürmenin anlamı olmaz, şimdiye ve geleceğe bak deniyor. Ben de diyorum. Ama bir yandan da bilmek istiyorum. Ya da bu bir büyüklük yanılgısı. Herkesten üstün olduğuma inanmam. Öyle değil ki. Belki de öyle. Bu enerjiyi verdim belki de hep. “üstünüm, bana yaklaşamazsınız”. Bilmiyorum. Kafa bulamaç.

Kendine acı çektirme makinesi. Yaftalama kendini. Sıkı laf bu. Yaftalamak. Yapma bunu. Bırak serbest. Her şey kaysın ve olurunu görsün. Üzülme, gözünde büyütme, küçümseme de. Oku, yaz, dinle, git gör, kal, hareket etme, beynini boşalt, güneşe nazır otur. Gül, spor yap, iş güç kovala, hobilerin olsun. Spor yap, spor yap, bir daha spor yap. Kafanı toplamak için uğraş verme, toplanacak kendi kendine zaten. İzin ver buna, yeter. Bahar göğünün mavisine izin ver. Gez, fotoğrafla, yaz, dinle. Bunlar sana tekrar tekrar deneceği gibi, sen de tekrar tekrar yap bunları. Seni sabit tutan neyse, yokmuş gibi davran. Hatta öyle bir şey yok. Varsa da sensin o. Sen, yaşıyorsun. Kalbin atıyor, organların çalışıyor. Lütfen kendine gel. Göğsündeki bu ağırlık azalacak, koşarkenki heyecan alacak yerini. Biliyorum, olacak bu. Olmak zorunda. Yoksa ben bir hiçim.

9 Kasım 2010 Salı

konuşsam ses çıkmayacak sanki. çünkü hiçbir şey sürmüyor. üstümde yatan kedi, sonunda elimi tırmalamaya başlıyor. çalan müzik son saniyelerini yaşıyor, düğmeyi tekrara getirmedikçe. camdan masadan yansımam silinip gidecek birazdan, kalkıp tuvalete gidince. elimdeki sabunun kokusu bana bir an'ı, bir mekanı, bir şeyleri hatırlatıyor. hatırladıklarım çoktan bitmiş gitmiş, ben devam ediyor pozundayım, binlercesinden biri. göğüs kafesimdeki yansımalar üst üste biniyor, beni duyması gereken iyi duymuyor. duyuyor ama gerekli cevabı bilemiyor da diyebilirim.

renkli kare camlarına dikilmiş gözlerim, kapalı bir balkon. elimde henry miller. seksus. babamlar gelecek birazdan, plakası ezberimdeki taunus'un içinde. camdan sarkıp bakıyorum sola, tam düşündüğüm anda burada. 18 yıl önce. ve birkaç ay. bu geçenler geçmişse, daha da geçecekler var. komedi. böyle bir, zamana hapsediliş. hepsini aşmak isterken sıkışıp kalmak. kanla taşınanda, sokaktaki insanda, televizyonda söylenenlerde.

indiğim yokuşta geriye dönüyorum, bakıyorum. kırmızı ev kapamış önünü. birkaç dakika geçti ve görmüyorum. burada ayaktayım. devam edebilirim demek bu. ediyorum. yokuş bitiyor. bitmeseydi keşke. bu yokuşta gidip gelsem, gidip gelsem.

6 Kasım 2010 Cumartesi

02:34
yazdım bunu bir kere
hissizliğimin saati, dakikası oldu bile
kalın sis camı kırıp içeri girecek gibi

ben korkmuyorum, hiçbir şeyden
tüm köşelerden farklı biçimlerde çıkabilirim
kenarlardan taştığımı da görüyor kocaman gözlerim

02:55
komik başka bir anın saati ve dakikası
lacivert bir koltukta, üstümde bir pikeyleyim
kırığı olan sehpaya eğilmiş ne yapıyorum böyle
bir sekiz dakika daha, 03:03
kes at tüm bu saçmalıkları, devam gereksiz

hiçbir şeyden korkmuyorum demiş miydim

3 Kasım 2010 Çarşamba

normalde
ilk güneşin parladığı penceresinden gelen rüzgarla
her sabah gözlerimi açmayı isteyeceğim
bir yüz olurdu onunki, normalde.

ama hislerim bir şarkıyla koşarken
bir bakıyorum, şarkı değişmiş
bendeki tek değişim daha yoğuna doğru olurken

diyebileceklerim kendi yığınında çoğalıyor
paylaştıklarımızın üstüne yenileri geldikçe
kısa süreler bunlar, bilmediğimden değil
keşke yetseydi sadece bilmek
bu kadar kolay olsaydı sıyrılıp zıplamak suya

sürekli özgürlük halinde yüzmek, yüzmek

ben balığım bir de




22 Ekim 2010 Cuma

her şey yavaş yavaş
ilerliyorken ve geriliyorken
devam eden bir okullu havası
ihtiyaç duyduğum, içime işlemiş
çıkılan, inilen yokuşlar
sınırlı siyah büyük kapı
geri giderek adımlarımı attığım dar avlu
hızla-değişen-rehavete bulanmış duygular
ara verilemeyen yoğunluk, içimde
kısa anlar keser belki
devamı gelmek üzere

16 Ekim 2010 Cumartesi

serin ama güzel bir serin
bir sürü araba geçiyor
şehrin garip bir noktasındayım yine
bir şehir hem açılır, hem de kapanır mı
kurulması gereken zor dengeler var burada
öylesine dengesizlikler içinde
bir tanesi ben, ve tane üstüne taneler
koşan insanlar, biri oturur diğeri ona doğru eğilir
üçü yürür, kol kola ve koru(n)macı

çaprazlama duran yuvarlak aynaya yansıyorum
yoo, beni yutmuyor
ayna işte
parantez içinde

25 Eylül 2010 Cumartesi




bam bam, bam bam bummm
biraz önce şu köşeden çıktım
tahtadan, metalden o köşe itti beni
tüm göreceğim betona yapışık kırmızı bir poster
haftaya burada, ne zamandır bekliyordunuz bunu
beklediğiniz biliniyor, çok iyi bilenler var
onlar sıralıyor olasılıkları, çık koş atla, gözündeki maviyi kaybetmeden
bendeki yeşil de mavi, bir çeşidinden, kaçmadan söyleyebilirim bunu
kağıt parçası üstüne kağıt parçası, bir kırmızı kalıyor geriye.
anlamsız sözler dizimi

14 Eylül 2010 Salı

duygusallıklarımı dondurup uzay boşluğuna bıraksam

evrenin bilmediğimiz bir noktasında, bizim gezegen dediğimiz küresel bir fiziksellikte, bir yaşam biçiminin eline geçse bu donmuş madde... o yaşam biçimi o maddenin bizim kapak dediğimiz kısmını kaldırsa, içinde ne görür acaba? bulanık bir donmuşluktan başka ne olabilir? belki de, kendi fizikselliği içinde buna bir anlam yükleyemez. maddeyi evirir çevirir. boşluktan gelen bir bilinmezlik olarak onu yüceltmeye hazırdır. sonra, bizim ev dediğimiz kapalı yaşam alanına götürür bu maddeyi. bizim çay dediğimiz içeceği anımsatan sıcak içeceğini hazırlarken, maddeyi ocak benzeri makinenin yanında unutur. bizler gibi anlık unutkanlıklara kapılabilen bir yaşam biçimidir o da. yücelttiği bir bilinmezin bile aklından çıkması olasıdır. gelir bakar ki; donuk olan, bulanık bir sıvıya dönüşmüştür. bizim bulaşık suyu dediğimiz suya bakar bir, bir de bu sıvıya. bir fark görmez. çayını koyar. tam bizim oturma odası dediğimiz bölmeye doğru giderken durur, sıvıyı bulaşık suyunun içine döker. kabı da orada bırakır. uzaklaşır. bizim de uzaklaşacağımız şekilde.


13 Eylül 2010 Pazartesi


dizüstünün şarjı bitmişti, konseri seyrederken. bir gün sonra makineyi açtığımda müzik kaldığı yerden devam etmeye başladı. bir gün önce üstüne yayılıp konsere daldığım yatak başkaydı. oda başkaydı. odadaki ışık başkaydı. bir gün sonra, farklı bir odada tekrardan canlandı müzik. arada geçen saatler geçmemişti sanki. ya da çok hızlı geçmişti. bir an bir "ah!" çıktı göğsümden, ince bir ses. "doğru, bitmeden kapanmıştı". pili bitmişti ama içindeki bilgi sabit kalmıştı. ama ben dünden beri değişmiştim. yarına kadar da değişecektim. makineyi bir hafta açmasaydım, elektriğe bağladığım ve kapağını kaldırdığım an yine aynı yerden devam edecekti müzik. benim o kadar değişmeme rağmen. garip.

dün o noktaya çok yakın bir yerde sandı-kutuya bir zarf attım. işe yaramadı.
bu nokta, bu nokta olarak kalabilir umarım. ben kaçmaya devam ederken.

26 Ağustos 2010 Perşembe

hiçbir şey diyemiyorum, ağzımdan baloncuklar çıkıyor sadece blup blup blup


25 Ağustos 2010 Çarşamba

ilişkilerden konuşulanlardan küçük ama büyüyebilen sorunlardan yorulmak

3 Ağustos 2010 Salı

bilmek diye bir şey yok
bi koşsaydım cayır cayır
kaçış uzmanıyım ben

23 Temmuz 2010 Cuma

tam şu anda zamanımızda olmak..
balı döküp yalayalım.

20 Temmuz 2010 Salı

külüstür bir İETT otobüsü
daha önceki binmemelerimin öcünü alıyor belki
bunların hepsi daha iyi olsun diye, değil mi
ben delirmiyorum, deliriyor muyum
bir böcek daha yedim
tadı istakoz, sindirimi acı su
uykucu porsuktum ben de
canım cicim yoktu pek
aceleye getirdim, anladım böceği
avlamalıydım sadece
eski otobüsün midesinde debeleniyorum
saat 22:50, bir pazartesi
otoban açık, trafik akışkan
ağzım yarı açık daldım
kırmızı tabela ışıkları içimi soğutuyor.

ruh çok dirençli
müziğim de bitti
rüzgar saçlarımda
havuza kaça kadar giriliyor acaba
alınganlığımı yıkasam yağ lekesi çıkar mı
çamaşır suyuna batır, olur
toz deterjan taneciklerinin sırtında çözülürken
ayrıntıyla hissediyorum
olta iğnesine takılıyorum
taze, taze balık
at tavaya, pişer kendi kendine
una bulamadan değil ama.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

kendini cezalandırma dönemlerinde üst başa pek dokunmama hali

kendini cezalandırma dönemleri. ağır laf. kaç gün çıkarmadım üstümü? 5 gün. 2 hafta önce. şokun etkisi geçemedi. sonra yavaş yavaş. önce bir kolumu kaldırdım yukarı, çıkardım kolumu. sonra diğerini. çıkarmasam mı acaba dedim. devam ettim. eteğin düğmesini açtım. bu eteği çok severim. şu an da üstümde. çıkardım. şimdi değil, o gün. iki hafta önce bir gün. t-shirt hala yıkanmadı, kirlide. kirlideyim bir süre daha. temize çıkmadan bir kertenkeleyim. evrimi terse çevirdim. her şeyi başa sar.

18 Temmuz 2010 Pazar

ne yapıyorum burada
neyin peşindeyim, sormasam mı
ağzımda eriyen buzun serinliği kafama vursa bir de
göz göze geliyoruz, gülümsüyoruz
o badem yiyor, ben bisküvi
farklı mıyız ne, bademli bisküvi yapamadık.

4 Temmuz 2010 Pazar

ilk tarif

ELMALI KEK

Malzemeler:
  • 1 su bardagi kabartma tozlu un (self-rising flour)
    not: Bu unu kendiniz yapmak icin varsa kekun, yada normal unun icine 3 cay kasigi karbonat + 2 cay kasigi kabartma tozu + 1 cay kasigi tuzla birlikte eleyip kullanabilirsiniz. Bu tarifte 1 bardagini alt hamura, kalanindanda 3/4 bardak ust hamura kullanin.
  • 1/2 su bardagi iyice cekilmis badem
  • 80gr tereyagi veya margarin (yaklasik 5 bucuk yemek kasigi kadar)
  • 1/3 bardak kahverengi seker
  • 1 tatli kasigi limon suyu
  • 1 cirpilmis yumurta (yaklasik)

Icine

  • 4 su bardagi soyulup, ayiklanip ufak kup kup dogranmis elma (yaklasik buyuk 3 tane)
  • 1/2 su bardagi kahverengi seker
  • 1 tatli kasigi limon suyu

Ustune:

  • 3/4 su bardagi kabartma tozlu un
  • 1 tatli kasigina yakin tarcin
  • 4 yemek kasigi tereyagi veya margarin
  • 1/3 su bardagi kahverengi seker

Yapilisi:

  1. Yuvarlak kek kalibizini (kelepceli varsa daha iyi olur) yaglayin. 1 bardak unu ve bademin yarisini birlikte bir kapta karistirin. Soguk yagi kucuk kucuk bicakla unun icinde kiyin.
  2. Parmak uclarinizla yagi ufalayarak hamura yedirin . Seker ve limon suyunu ilave edin. Sonra sertce bir hamur haline gelmeye yetecek kadar cirpilmis yumurtadan ilave edin.
  3. Hamuru hazirladiginiz kaliba bastirip duzeltin. Kalan cekilmis bademi ustune serpip buzdolabinda sogumaya birakin. (yarim saat kadar)
  4. Elmalari, kahverengi sekeri ve limon suyunu birlikte karistirip hamurun ustune duzgunce yayin.
  5. Ust hamuru yapmak icin un ve tarcini birlikte eleyip yine soguk yagi once bicakla icine kiyip sonra parmak uclarinizla yagi hamura yedirin. Sekeride ilave edip elmalarin ustune serpistirin. (Ust hamurunu yaptiginiz zaman hamurdan ziyade topakli kirintili bir yapisi olacaktir (Cokelek peyniri gibi) Bunu elmalarin ustune esit sekilde serpistirın. Pistigi zaman kekinize ayri bir kitirlik verecektir)
  6. Onceden isitilmis 350F (180C) dereceli firinda orta katta yaklasik 1 saat- 1saat 15 dakika ustu iyice kizarana kadar pisirin.
  7. 10 dakika kadar ilindiktan sonra kaliptan cikarip sogumaya birakin.


kalk kek börek yap

göknur böyle dedi bugün. biraz önce. kafanı dağıt, başka şeylerle ilgilen dedi. tarif sitelerine gir, başla bir şey yapmaya. kafamı dağıtacağım böyle. farklı dağıtma da gelmiyor değil aklıma, ama ben tariflere bakayım. onlardan önce demem gereken ne diye düşünüyorum. pek bir şey söyleyemiyorum. takılmış durumdayım. cızırtı sesi bile gelmiyor. çok sabit bir plağım ben. dönmek için delirip duran ama beceriksiz. çalan müziği niye kesersin ki, devam edeceği varken. olumluluğa sebep olsan, ölmezsin. kendini kaç defa toplayacaksın daha. kırılmış porselen parçaların etrafa yayılmış, korkuyorsun. bunları yapıştırmak, kurusunlar diye beklemek, bütün hissetmek, şöyle bir silkinmek. uçamıyorum ama. çok da istemiyorum. geri gitmeler kötü. ileri sarmak uğraştırıcı.

27 Mayıs 2010 Perşembe

karnımdaki ağrısın dedi kız
çocuk havalarda uçuşan böcekleri yakalarken
çok böcek yemişsindir belki
çok böcek yemişim, iyi gelir diye
çok böcek yemiycen işte öyle, iyi gelir gelmez
böcek böcektir, iyi de yanılsama.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

zararsız biçim

hayatın sivri uçlarını eğen büken bir dengesizlik ile uyanmak istiyoruz, her geçen gün daha fazla, çok daha fazla. dengenin zıttındaki dengesizlik cezbedici. önce dengeyi bul, sonra özgürleş. hatta, istersen uç, hiçbir şeye zarar vermeden, tek bir kuşun bile tüyünü rahatsız etmeden. kendini, şu an burada ayaklarının üstünde düşleyebiliyorsan ve düşlediğin gerçekse aslında, hiçbir zorlamaya gerek yok. her şey gelir sırasıyla, hiç çabalamadan, kimseyi üzmeden, boğmadan. ruhun boğum boğum olabilir, elinde olmamıştır, bilememişsindir. yıllar geçmiştir ve sen ne kadar dışarıdan bakmaya çalışsan da, kendinsindir yine, kaçamazsın bundan. kaçamamak delirtir bir yandan ve delirmeler kaçırtır aynı sırada. aklından bir parça kaçsa ne olur ki, yerine gelecek olan özgürlüğün tadını çıkarmak varken. yanlış kararların sonunda hayatı değiştiren deneyimleri elimize alıp, evirip çevirip iyi kararlara geçsek.. bu geçişle hiç olmadığımız kadar hafiflesek; iç, dış, her türlü dengeyi bulsak, ağzımızdan çıkan tek şey hafif bir rüzgar olsa. bizi, onları, her şeyi sarmalayacak güzellikler yaratsak sadece. tenimizde açtığımız delikler her geçen gün daha küçülse büyüyeceğine, ta ki o deliklerden kusacak bir şey kalmayana kadar.

düz, pürüzsüz metal, güzel metal, her biçime giren metal. benim içimde de aşınmayacak kıvrımlar yaratabilir misin. gözlerime sadece güzellikleri, olumluyu gördürtür müsün. bana zararsız biçim olmayı öğretir misin. her gün duyduğum acıyı damarlarımdan kovup, tüm iltihabı iyileştirir misin. soru sormasam, güvensem ve yaşasam sadece. tıpkı senin de girdiğin her biçimden sonra yaptığın gibi. oradasın ve duruyorsun. etrafına bakıyorsun. üstüne konan toz taneleri de sen oluyor.

13 Mayıs 2010 Perşembe

pat diye uyandım
çekildim sanki içeriden gelen sese
bildiğim bir müzik
küçüklükten beri kulağıma yerleşmiş
mavi mavilerin kardeşi
gel yanıma yarimlerin akrabası
kaç yıl geçmiş 1, 2, 3 ve birçoğu daha
ne zamandır duymamışım
o mıknatıs ben de toplu iğneydim

kapıyı açtım, şaşkın şaşkın
baktım bakakaldım
hala şaşkınım.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

içeriği fazla kaçırıp taşmaya başladığımda hissediyorum. çok fazla hissediyorum. gözümün önündekinin gözlerinin dibine kadar. sonra gülüyorum. en çok güldüğüm anlar oluyor bunlar. nasıl gözüktüğümün önemini unutarak. içeriği ütülesem, sıraya dizsem, öyle de taşarım. bir düzen yok, denge yok. kaybolurcasına var olmak, var olduğunu unutana dek kaybolmak. sıfır denge. içerikte bir hata gördüm sanki. içeriğin kendisi hataymış. hmm.. hataların bileşiminden yapılmışım, suya atıp çözülemiyormuşum. efervesan olsaydım ya. çözüm: efervesan.

13 Nisan 2010 Salı

orada yerde ben yatıyorum
mis kokuluların içinde
birazdan kalkıp göle giricem, buz gibi
bir temizlenme olur umuduyla
suya dalıp dibe değdiresim var parmaklarımı
olan bir dip varsa eğer
yukarı çıktığımda aldığım nefes
aynı olursa mucize gerçekleşir
verdiğim nefesten korkmam artık belki
geçen bir şey yok, kalan bir şey de
mis kokulular var
bir de göl ve dağdaki kar
bunu kabullendiğim gün ben de olucam.

17 Şubat 2010 Çarşamba

bury me now love, bury me now..

bu bir filmdendi.. unuttum. görseli de gitmiş, sildim gözükmeyen görseli. filmi hatırlayınca görseli de koayarım yine.

bazı duygular canlandı. neden hep imkansızı isteriz ki.. ya da, önce imkansızı yaratır sonra da onu kırmak isteriz. imkansız bizi yutar çiğner atar. ve bir daha yaratırız kendimizi.

15 Şubat 2010 Pazartesi


Run, run, run, run, i gotta run, i gotta ruuunn huuu-uuu i gotta run. i gotta ruuuunnn, time to tiiiiime, vuuukuuuuiiii, rukirukukuuuuiii

Ben böyle düşünmüştüm, değilmiş!! Üste bakın. Gerçeği orada.

14 Şubat 2010 Pazar

2 6 1 9 9 8 0
Bunu gördüm biraz önce, birkaç yıl önce oluşturduğum bir hesapta. Birkaç yıldan da fazla. 2619980. Bizim numaramız bu. Şimdikinden daha da bi bizim sanki. Kendi numaramdan da daha bi benden. Hala bir yerde yazılı olması şaşırttı beni. 2619980. İlkokulda, orta okulda, lisede, belki üniversitede de, bu numarayı aradım, bu numaradan arandım. Başka diyecek bir şey. Başka bir bağ yok.

13 Şubat 2010 Cumartesi

içimdeki balık(lar)

Tıklayın, beslensin..



yerdeki anakaralar

11 Şubat 2010 Perşembe

Kafamda sonsuz sonsuz renkler dolaşıyor. Bazen birbirinden ayıramadığım ışık kırılmaları, bazen de gözüme yansıyan bütünler halinde. Rüyalarım rengarenk değil. Daha pastel, soluk renkler sanki. Uyanmadan silindikleri için, bir eskitme effekti uygulanmış gibiler belki de. Şu rüya makinesi icad edilse, edildiyse de satışa çıksa. Her şey daha mı karmaşıklaşır ki? Daha, uyanık saatlerimdeki renkleri yaşayamazken, o renkler içinde kaybolup gider miyim?

Renkler yollarına devam ediyor, uzuyor. Her hapşırıkta daha çok uzadıklarını düşünelim. Sadece ben düşünsem de olur. Hapşuuuuu.. Bir mavi mora dönüştü. Hapşuuuuuuu.. Sarıdan bir portakal çıktı. O portakalı soydum baş ucuma koydum. Sabah canlı bir kırmızıyla uyandım. Perdeyi açtım, kaçtı gitti camdaki kırılmadan. Gri duvarlara giremedi, çarpıp öldü. En iyisi yukarı doğru hareket. Beyazsız saf açık bir mavi kabul eder kırmızıyı ve diğer hepsini. Dört duvar ne kadar absorbe edip yok ediyorsa renkleri.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Heidi'nin takunyaları kayıp

"Fuck depression hail masturbation" (koydum yine dendeni, denden de gerçekten birleşik yazılıyormuş)


Kafamın içinde kafa misali. Kafamın içinde kafa misali. Kafamın içinde kafa misali......


Daha kaç defa demişim acaba.. Bugün; şu an 1400 kilometre uzakta, bir polis evindeki odasından dağları seyreden arkadaşım hatırlattı bunu bana. Arka arkaya yazmışım aynı cümleyi, sanırım üç yıl önceki bir sanal diyaloğumuzda. Tahminimce, küçükten bir diyalog olarak başlayıp bir monoloğa dönüşmüştür ya.. O öyledir; kafasına eser çıkar gider. Sonra bir bakarsın, alakasız bir anda Heidi'yle Peter kutu kutu pense oynamaya başlarlar.

Kafamın içinde kafa misali. Depresif günlerin ürünü bir cümle. Hayatı rock 'n roll yaparak geçirmek varken, ne depresyonu! Ama kafamın içindeki kafalar en olumlu anlarımda da matruşka etkisiyle çoğalıyor, bir daha çoğalıyor. Ahahahah, oh yeah! Ahahah, oh yeah! Chuck Berry'nin vokalleriyle benim vokalim karışıyor. Güzel bir karışım! Ünlem işareti, ünlem işareti, ünlem işareti, ünlem işareti...................


6 Şubat 2010 Cumartesi

La Belle Histoire



La belle Histoire
Yükleyen meriemfr2000.

Maya Pom önerir.

Bir İstanbul Film Festivali'nde, Atlas'ın dik bir yamaca kurulmuş (!) salonunda seyretmiştim bu filmi. Bir başka etkilemişti beni. Sonunda nette buldum ve indirdim.


4 Şubat 2010 Perşembe

Dance with Somebody'e...

Cry me a River'dan....

duygusal başlangıçlar, dinamik devamlar

Evet, bu yıla da bir duygusal girdim ama 2010'un benim yılım olacağı duygusu daha Ocak bitmeden içimi doldurdu da taştı bile. Uzun zamandır hayata geçirmeyi ertelediğim fikirler gerçekten hayat buluyor artık. Ertelemek iyi değil. Çok gerekli durumlar dışında. Bir erteleme ustası olup çıkmıştım, ustası olunmaya değer son şey bu.

Maya Pom der ki; "Erteleme, yaşa!".

22 Ocak 2010 Cuma

iki nokta üst üste'ye varış

onun içini görmek istedim. kalbinin ne zaman, ne hızda attığını hissetmek. biliyorum ki, kendisinin bir parçasını göstermeyi tercih etti genelde. "gitsin başımdan ya" dedirtecek bir parça. gittiyse de geri geldi bir şekilde. sevgili değil, arkadaş da değil tam olarak. ama beynimde güzel hareketlenmelere sebep olabileceğini bildiğim bir ruh. herhangi bir sıfat koymak istemiyorum 'ruh'unun önüne, çünkü hala çok az tanıyorum onu. 'hala' da demeyeceğim; çünkü çok tanısam da, onu tanıtıcı bir slogan bulmak değil amacım. sadece bir güzellik olarak görmek istiyorum. umudum her zaman var, çünkü denemeye devam ediyorum. o beni kırmıştı, belki hala da kırıyor arada sırada ve devamında ben de onu, istemeden de olsa. ama anlıyorum onu. çok iyi anladığım için kızıyorum da. kızmak yanlış. seçenekleri görmek güzel. onda bir şey var, bundan eminim. birçok insanı bıraktım, gittiler. onu bırakmak istemiyorum. bir yerlerde; dinlediklerimizde gördüklerimizde teğet geçmelerimiz hoşuma gidiyor. belli sınırlarda. birimiz çizemediğinde diğerinin belirlediği sınırlarda. bu bir sabır testi. doğru şıklar ve sonuç: birbirini anlamak. iki nokta üst üste iyidir. hazırlıklar tamamlanmıştır, son bir cümle yoldadır. iç açıcı kelimeler bütünü. umarım.

yabani

doğru olan bu sanırım. doğuştan beri. dolaysız bir şekilde.

17 Ocak 2010 Pazar


MIA
I wanna dance.

VINCENT
I'm not much of a dancer.

MIA
Now I'm the one gettin' gyped. I
do believe Marsellus told you to
take me out and do whatever I
wanted. Well, now I want to dance.

So, they danced....

transform

"We were saying how very important it is to bring about, in the human mind, the radical revolution. The crisis is a crisis in consciousness, the crisis that cannot anymore accept the old norms, the old patterns, the ancient traditions and considering what the world is now, with all the misery, conflict, destructive brutality, aggression and so on. Man is still as he was, is still brutal, violent, aggressive, acquisitive, competitive and... he has built a society along these lines.

What we are trying in all these discussions and talks here, is to see if we cannot radically bring about a transformation of the mind. *Not accept things as they are* - but to understand it, to go into it, examine it, give your heart and your mind with every thing that you have to find out. A way of living differently. But that depends on you and not somebody else. Because in this there is no teacher, no pupil. There's no leader, there is no guru, there's no master, no savior. You yourself are the teacher, and the pupil, you're the master, you're the guru, you are the leader, you are everything! And, to understand is to transform what is."

Jiddu Krishnamurti

16 Ocak 2010 Cumartesi

yazımı tamamladım. kağıdı katladım. bir, iki. zarfa koydum. fışşş. hiç el değmemiş, ilk defa kullanılan kağıdın sesi. mühürlemeye değer güzellikte. mühür yok. gelecek sefer olur diyorum. zarf masada. bana bakıyor. mühürle iki göz yapmalıyım zarfa, ki tamamen görebilsin beni. bunu yapıcam. sonra devam ederim.

ne o, kıskandın mı..

"şimdi olsa yapıştırırdım" diyor. şaşkın ama gülümsemeye çalışır şekilde bakıyorum. bir şey diyorum. "ne o, kıskandın mı?" diyor. ne o, kıskandım mı. bu insana denecek laf varsa, bilmek isterim. bir dil kayması diyebilirim bu konuşmaya. bilinçaltını istemeden de olsa açığa çıkardı. belki, benim samimiyetime güvendi. bunları düşünmedim değil. sakin ol ve kafanda tart. olasılıkları gözden geçir. tek taraflı bakmamaya çalış. denedim. hata etmişim. böyle bir laf duydun mu kaçacaksın. vınnnn!

15 Ocak 2010 Cuma

Oops. Video not available

seni seviyorum dedi kız. seni seviyorum, seni seviyorum. beni kurtarır mısın? salakça. yok böyle bir şey. masal ya da neyse işte. bu genelde berbat bir yer olma özelliğini elinden kaçırmayan dünyada yaşıyor olmamız mucize.

bir şeyler..

iyi olmalı. iyi olsun. pamuk helva, dönme dolap, kahkahalar, bir de atlı karınca. atlı karıncaya binmedim hiç. yarın binicem. alnıma iyi geldi bu. kesinlikle.

kimse

kimse kimse. çok olmuş.

14 Ocak 2010 Perşembe

holde

kimseye tamamen önem veremeyeceğimizi bildiğimiz bir yerdeyiz. hol gibi bir geçiş bölgesi. ya da mutfağın, oradan çıktın mı kafa karıştırıcı olabilecek rahatlığında. bacaklarımızı uzatıp bir nefes almamız ne kadar sürebilir peki.. sabrımız yok.

pozitife gidiş yok diyemem

kimse umduğumuz gibi değil. kendimiz bile umduğumuz gibi değilken; sınırlarımızın, derimizin dışından bir varlık nasıl öyle olabilir ki.. ummak kötü. bazen. ve ben çok duygusalım yine. gülmeliyim. dudaklarımı kıvırttım biraz. bir yana büküş, diğer yana da. çok kötü değil. bu hep böyle mi sürecek?

13 Ocak 2010 Çarşamba

sonuç

"durumun çok kötü değil.. ama iyi de sayılmaz. aa, unutmadan söyliyim.. bir de manyak bişeysin"

12 Ocak 2010 Salı



"Es ist immer etwas Wahnsinn in der Liebe. Es ist aber immer auch etwas Vernunft im Wahnsinn." N.


ya da aşkta biraz kaçıklık var,ama kaçıklıkta da her zaman bir sebep vardır.

aşk, kaçıklık, kaçıklıktaki sebep. bunları görmemiz mümkün mü? hissetmek, düşünmek değil. görmek. aşkı gördük diyelim. karşımızda parıldıyor. her türlü renk, ışıltı onunla. onu yalnız bırakamazlar, çünkü onsuz renk ve ışıltı da olmaz. gözlerimiz kamaşıyor. aşkı görenin gözleri kamaşıyor. çekici olduğu kadar tehlikeli bir ışık topu. çok kafa uçurucu bir tanım oldu.

kaçıklık lazım. o ışık topunu alıp elde hoplatıp zıplatmak. üstüne bir de yakan top oynamak. yakar mı yakmaz mı diye denemek. belki evet, belki hayır.


"veeee deneyin bu köşesindeee, 1073 nolu deneğimiz. kendine güvenen, iyi eğitimli, dışarı çıkmayı ve eğlenmeyi seven, az biraz egzantriklik tuzu yemiş* bin yetmişşş üüüüçççç.. ve diğer köşede 2146*** nolu denek. içe kapanık, insanlardan pek de hoşlanmayan, zekası içini yemiş bitirmiş** iki biiiinnn kırrrk altııııı!"

ringin ortasında da yakan top. bu bir görme yarışı. duruma göre görmeme. işaret verildi. denekler yerlerini aldı. 1073 topa yaklaştı, elini uzattı. tuttu mu? evet tuttu. peki ne kadar sürdürebilecek bunu? yüzünde ekşimsi bir ifade var. yoksa acı mı.. daha fazla dayanamayacak gibi gözüküyor.

2146 ise hala başladığı noktada. sanki topa yaklaşmak bile istemiyor. ama bir saniye.. 1073 topu bırakmak zorunda kalırken, top 2146'ya yaklaşıyor. yanlış duymadınız. 2146 topa değil, top ona yaklaşıyor. ve elinde. 2146 hiçbir hareket yapmadan aşkı elinde tutuyor. inanılmaz bir şey bu. tüm kurallar tersine mi dönüyor yoksa?!! olabilir mi bu gerçekten..


hangisi kaçık, hangisi sebepli kaçık. ama her kaçıklıkta her zaman bir sebep varsa 1073 de sebepli demektir. 2146 daha bir sebepli kaçıklardan mı yoksa. bildiği şey ne? gördüğü şey ne?

bilmek isterdim.


Dipnot benzeri yıldızcıklar ---------
* - 1073'ün tanımı rast gele bir tanım. sonuçla hiçbir ilgisi yok.
** - 2146'nın tanımı rast gele bir tanım. sonuçla hiçbir ilgisi yok.
*** - 2146'nın seçimi aklıma gelen rakamlar sadece. o an yazarken. hiçbir anlamı olmamalıydı bu rakamların. içimden 2146 geçti ama ilk olarak 2156 yazdım. "yok" dedim sonra, "2146 daha iyi sanki". 2156'daki 5'i 4 yaptım, sonra bir daha 5. sanki oraya yazdığım kalmalıydı, hani testlerde yanıtını tam olarak bilmediğin sorunun doğru cevabı aklına ilk gelendir tarzı bir inanışla mı ne.. ama yine 4'e çevirdim. sonra gözüm 1073'e gitti. bir tuhaflık var burada. nasıl ya?!! evet. 1073, 2146'nın tam yarısı. tamı tamına.

11 Ocak 2010 Pazartesi

kaçan kovalanır


fareysem, o tilkiye hiç yakalanmamam daha mantıklı değil mi?
tilkiysem, fareyi yakaladığım an ön ayaklarımdan kurtulması olası değil mi?


tilki fareyi yemek istiyor. ilk tahmin bu olur. ama daha çok oynamak istiyor gibi gözüküyor sanki. "gel buraya şirin fareee!". acaba??


her can sıkıldığında canı daha çok sıkabilecek seyler yapmamalıyız, bir çin atasözü

"Aşkın o büyük, mavi ve mutlu sularında yüzmeyi kim istemez? Kim mutluluğu aramaktan vazgeçer? Hepimiz aynı şeyin derdindeyiz, sevginin! Bulmak için çıktığımız yollardan, elimiz boş dönmemek için, farkında olmadan kendimize tuzaklar kuruyoruz. Yarattığımız imajlara aşık olup, kurguladığımız ilişkilerin içine batıyoruz. Kendimizle yüzleşmek zorunluluğu, işte tam bu noktada başlıyor. Gerekirse uzun bir süre, yalnız kalmayı göze alarak, yaşadıklarını gözden geçirmeli insan. Şöyle enine boyuna düşünmeli ve doğru sonuçları elde etmeli. Zaten bir müddet kimseyle ilişki yaşamamak da iyidir. Toprağı bile nadasa bırakırlar, değil mi?"

10 Ocak 2010 Pazar

bu sondu.

We get some rules to follow
That and this
These and those
No one knows

We get these pills to swallow
How they stick
In your throat
Taste like gold

Oh, what you do to me
No one knows

And I realize you're mine
Indeed a fool am I
And I realize you're mine
Indeed a fool am I
Ahh

I journey through the desert
Of the mind
With no hope
I follow

I drift along the ocean
Dead lifeboats
in the sun
they come undone

Pleasently caving in
I come undone

And I realize you're mine
Indeed a fool am I
And I realize you're mine
Indeed a fool am I
Ahhh

Heaven smiles above me
What a gift here below
But no one knows

The Gift that you give to me
No one knows
Helezonik rüyalar.

uzun zamandır seyrettiğim en iyi film. ne vardı mesela? inglourious basterds. aynı etkiyi bırakmadı. avatar. bir etki bıraktığı kesin. insanı manik yapıcı bir etki. bunu yaşadım. filmi seyrettiğim gece hiç uyuyamadım. kafam renkler, tasarımlar üşüştü yattığımda. yani sabah 5te. o zaman kadar iki bölüm mü ne dexter seyretmemin de etkisi olmuştur bunda sanırım.

up in the air. gerçekten iyi. bu gece seyrettim. george clooney, daha bir törpülemiş kendini sanki. yüz aynı yüz. belki biraz daha yaşlı ama aynı hoşlukta. mimikler bir "o brother where art thou?" veya catherine zeta jones'la kötülük yarıştırdıkları, adından da belli, "intolerable cruelty" gibi değil. yumuşamış. bingham'ın işten kovulanlara "yumuşak" yaklaşımı, uçuş pistine süzülerek bir iniş yapma şansı veriyor. ilk görüntü bu. "ne pis adam bu yaa?!!" diyor şaşırıyoruz. ama "yok, burdan çıkar bir bit yeniği" demeden de edemiyoruz. kötü olmak için çok temiz suratlı bu adam. belki bir kadın avcısıdır, ki durum bunu gösteriyor. ama kötü mü? hayır değil.

devamı gelecek. biraz sıkıldım.

9 Ocak 2010 Cumartesi



bir işaret beklediğim kesinleşti. kendi kontrolüm dışında bir hareket. kontrol etmeyi bile unutturacak bir şey. bekliyorum.

dolu

kimse yok. ne kadar kötü bir şey bu.
birini sevmek iyi olmuyor.

lacivert

herşey çok çabuk başlıyor ve çok çabuk bitiyor. bitmeyi durduramıyorum, buna gücüm yok sanki. bu bir şanssızlık mı? ama şanssızlığı da yaratan benim, bunun farkındayım. gereğinden fazla farkında olmak iyi değil gerçekten de. yaşayacağına farkında olmakla geçiriyorsun tüm zamanı. yaşamak istemediğimi de sanmıyorum ya.. deniyorum ama hep bir engel çıkıyor sanki. ben miyim bu engeli yaratan, yoksa engelin ta kendisi miyim? "soru işaretiyle biten cümleler kurmaktan olabildiğince kaçının". bir okulda, bir bölümde bir hocanın söylediği bir cümleye benziyor bu. ve ben, çocukluğumdan beri ya da yazı yazmaktan hoşlanmaya başladığım yaşımdan beri, cümlelerimin sonuna soru işaretleri koyarım. cümleler ve soru işaretleri. bu mu olmalı başlığım? çok göze sokmaca olur bence. burada geçmesi yeter de artar. yeni paragrafa geçmeliyim gibi bir his var içimde. geçecek miyim? sorulu cümleleri bırakacak mıyım? yeni paragrafa geçmedim hala değil mi? olmuyor. hala buradayım. tamam. yeni paragraf yok. devam. en son bir şey başlamış gibi olmuştu. mış'lar, muş'lar. geçmiş zamanda sıkışıp kalma durumu. tanımlamaya da bayılırım işte. "geçmiş zamanda sıkışıp kalma durumu". ah, bir de kendini tekrarlama hali. ""geçmiş zamanda sıkışıp kalma durumu"". tamam, devam ediyorum. başlamış gibi oldu. başlangıçları çok seviyorum zaten. birbirini yeni tanıma, ilk buluşmadaki "aa sen de mi biliyorsun o grubu?", heyecanla yapılan "evet, evet! ben de onu okuduğumda o yaşlardaydım". mesela, pal sokağı çocukları. nemeçek. ilk tanışma anı, sonrasında yapılan ilk konuşmalar. birbirini anlamaya çalışmak, merak, gizli bir gülümseme hali. hep böyle gitse. çok kısa sürede çok şey öğreniyoruz. sihir uçuyor, gidip elektrik tellerine konuyor ve pufff! bu kadar basit olamaz ama. nedir bu hale getiren? hayaletlerimiz. üstümüzden atamadığımız kedi tüyü gibi. o tüylerin üstüne yapıştığı alet gerekli olur birden. adı neyse. hangi markete gidip bakmalı, en yakın pet dükkanı nerede ki? soruların sonu gelmiyor. bu sadece benim elimde. cevapları arttırmak. tam oluyor derken olmuyor bir şekilde. kırmızı ışık yanıyor. dikkat dikkat!