20 Ocak 2013 Pazar


1988. Kastamonu yolu. başımı cama yaslıyorum. Bolu'dan geçiyoruz. Varan'da durduk ya da duracağız. o geniş-virajlı, yukarı-eğimli asfaltta ilerliyoruz. sis var. aradan yoğun yeşilin hissedildiği koyu bir gri. iç karartmıyor, Beatles dinletiyor. siyah mürekkep yazılı fotokopi, kasedin kapağında. Ortaköy 'entel pazarı'ndan almışım, küçük bir tezgahtan. yeni bir hippinin tezgahı bu. uzun saçlı mıydı? sanırım. yüzünü hatırlayacak gibiyim ama kaçıyor, tutamıyorum. büyük bir heyecanla, Deep Purple alıyorum. Led Zeppelin alıyorum. Kastamonu istikametinde onlar da yanımda ama en çok The Beatles'ı hatırlıyorum. o el yapımı kasedi. benim için çok değerli. 11 yaşımın beyin kıvrımlarımda 'and i love her', 'i'll follow the sun', 'twist & shout'. baba sürüyor, anne yan koltukta, Ayşe müziklerini dinliyor. abinin basketbol elemelerine giden yoldayız. kafamın içinde asiyim biraz, biraz da burada değilim. henüz aşık değilim kimseye, ama bir şekilde aşığım yine de. 

12 Ocak 2013 Cumartesi


yorgunum. çok uyuyorum. daha da yorgunum. sabah kalktım. saat dörttü. öğleden sonra. gerçek sabah benim gecem oldu. sabah kalktım. kahve yaptım. tatlı bir şey? dolabı açtım. hmm, kuru kayısı. aaa, petibör bisküvi! unutmuşum. tamam, kabul ediyorum seni. tatlımsın, kahvenin yanında. üstüne mandalina, muz. geç-geç kahvaltı. ekranda mr. selfridge. yeni başlamış. jeremy piven = mr. selfridge. yine iyi oynuyor adam.

köpeğe söz veriyorum, şimdi çıkıyoruz diye. arada kedi kakası yiyor. küçük kedi diğer odadan miyavlıyor. ucuz mama yemem, aç kapıyı diyor. dün gece, yani gerçek gece aklı başına geldi ve yedi. odada ben de olunca, kapıda bağırmak yerine, bir tadına bakayım ya şunun dedi sanırım. aç filan bırakmıyorum. iki aydır büyük kedinin pahalı mamasından yiyordu, öncesinde diğer mamaları patisinin tersiyle itiyordu yine. ya peki bunu ye napayım, ye, yeter ki mızmızlanma demiştim. ama mama pat diye bitiyor. para yetmiyor bu çocuklara. bir de köpeğimiz var, üç hafta oldu. o da mamabeğenmeyengillerden. ıslak mamayı bir yer bir yemez. kendi cinsininkini yemez kedi maması yer. bunu verme, ıslak ya da kuru, bir süre sonra egzamalar çıkar, çok yağlı gelir köpeğe. özlü söz, ama yedir bu kıza yedirebilirsen köpek maması. kuru mamayı koy sabah önüne, yarım saat sonra al önünden, akşama kadar. sonra aynısını akşam yap. zamanla alışır. böyle diyor veterinerler. ama bunu yaparken, evde zaman geçiren biri olmamak lazım. genelde tüm gün evdeysen, köpeğin kedi kakası  yiyişine, kapağını açtığın yoğurda bir ganimet gibi bakışına tanık oluyor ve tanıklık sandalyesini uçurmak istiyorsun, değişik şekillerde. sonra, şişko kedicik (!) köpeğin koca taneli kuru mamasına saldırıyor, onu her şeyden önce bir arkadaş gibi görmek isteyen köpek tarafından görmezden gelindiği saniyelerde. katır kutur. ohh. köpek, mamasını yiyor. arkanı dön. hayır! hayır, senin değil o mama, tekirrrrr.

arada audioslave-like a stone dinliyorum, birkaç defa. özellikle gitar solosu ve sonrası. birlikte söylüyorum. hoşuma gidiyor. şarkı söylemeliyim ama insanlar yoruyor beni. sadece söylesem ve kimseyle uğraşmasam tamam da. dinliyorum. yazdıklarıma bakıyorum. z'ler yok. bunu yazarken bile z bir hayaletti. yılbaşı pazartesisi üstüne bira dökülüp duşları oksitlenen bir laptop bu. şu ana kadar tek bir tuşu: z. ne yapıyorum? servise götürmedim. z'yi copy-paste ediyorum ve ctrl+v. çok para gidiyor. araya giren kısırlaştırmalar, yemekler, mamalar. hemen kanatlanıyor bankamatik kağıtları.


black black i am, sometimes moreandmore, maybe not by a separation, but multiple ones. squeezed heart, me the owner.