17 Şubat 2010 Çarşamba

bury me now love, bury me now..

bu bir filmdendi.. unuttum. görseli de gitmiş, sildim gözükmeyen görseli. filmi hatırlayınca görseli de koayarım yine.

bazı duygular canlandı. neden hep imkansızı isteriz ki.. ya da, önce imkansızı yaratır sonra da onu kırmak isteriz. imkansız bizi yutar çiğner atar. ve bir daha yaratırız kendimizi.

15 Şubat 2010 Pazartesi


Run, run, run, run, i gotta run, i gotta ruuunn huuu-uuu i gotta run. i gotta ruuuunnn, time to tiiiiime, vuuukuuuuiiii, rukirukukuuuuiii

Ben böyle düşünmüştüm, değilmiş!! Üste bakın. Gerçeği orada.

14 Şubat 2010 Pazar

2 6 1 9 9 8 0
Bunu gördüm biraz önce, birkaç yıl önce oluşturduğum bir hesapta. Birkaç yıldan da fazla. 2619980. Bizim numaramız bu. Şimdikinden daha da bi bizim sanki. Kendi numaramdan da daha bi benden. Hala bir yerde yazılı olması şaşırttı beni. 2619980. İlkokulda, orta okulda, lisede, belki üniversitede de, bu numarayı aradım, bu numaradan arandım. Başka diyecek bir şey. Başka bir bağ yok.

13 Şubat 2010 Cumartesi

içimdeki balık(lar)

Tıklayın, beslensin..



yerdeki anakaralar

11 Şubat 2010 Perşembe

Kafamda sonsuz sonsuz renkler dolaşıyor. Bazen birbirinden ayıramadığım ışık kırılmaları, bazen de gözüme yansıyan bütünler halinde. Rüyalarım rengarenk değil. Daha pastel, soluk renkler sanki. Uyanmadan silindikleri için, bir eskitme effekti uygulanmış gibiler belki de. Şu rüya makinesi icad edilse, edildiyse de satışa çıksa. Her şey daha mı karmaşıklaşır ki? Daha, uyanık saatlerimdeki renkleri yaşayamazken, o renkler içinde kaybolup gider miyim?

Renkler yollarına devam ediyor, uzuyor. Her hapşırıkta daha çok uzadıklarını düşünelim. Sadece ben düşünsem de olur. Hapşuuuuu.. Bir mavi mora dönüştü. Hapşuuuuuuu.. Sarıdan bir portakal çıktı. O portakalı soydum baş ucuma koydum. Sabah canlı bir kırmızıyla uyandım. Perdeyi açtım, kaçtı gitti camdaki kırılmadan. Gri duvarlara giremedi, çarpıp öldü. En iyisi yukarı doğru hareket. Beyazsız saf açık bir mavi kabul eder kırmızıyı ve diğer hepsini. Dört duvar ne kadar absorbe edip yok ediyorsa renkleri.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Heidi'nin takunyaları kayıp

"Fuck depression hail masturbation" (koydum yine dendeni, denden de gerçekten birleşik yazılıyormuş)


Kafamın içinde kafa misali. Kafamın içinde kafa misali. Kafamın içinde kafa misali......


Daha kaç defa demişim acaba.. Bugün; şu an 1400 kilometre uzakta, bir polis evindeki odasından dağları seyreden arkadaşım hatırlattı bunu bana. Arka arkaya yazmışım aynı cümleyi, sanırım üç yıl önceki bir sanal diyaloğumuzda. Tahminimce, küçükten bir diyalog olarak başlayıp bir monoloğa dönüşmüştür ya.. O öyledir; kafasına eser çıkar gider. Sonra bir bakarsın, alakasız bir anda Heidi'yle Peter kutu kutu pense oynamaya başlarlar.

Kafamın içinde kafa misali. Depresif günlerin ürünü bir cümle. Hayatı rock 'n roll yaparak geçirmek varken, ne depresyonu! Ama kafamın içindeki kafalar en olumlu anlarımda da matruşka etkisiyle çoğalıyor, bir daha çoğalıyor. Ahahahah, oh yeah! Ahahah, oh yeah! Chuck Berry'nin vokalleriyle benim vokalim karışıyor. Güzel bir karışım! Ünlem işareti, ünlem işareti, ünlem işareti, ünlem işareti...................


6 Şubat 2010 Cumartesi

La Belle Histoire



La belle Histoire
Yükleyen meriemfr2000.

Maya Pom önerir.

Bir İstanbul Film Festivali'nde, Atlas'ın dik bir yamaca kurulmuş (!) salonunda seyretmiştim bu filmi. Bir başka etkilemişti beni. Sonunda nette buldum ve indirdim.


4 Şubat 2010 Perşembe

Dance with Somebody'e...

Cry me a River'dan....

duygusal başlangıçlar, dinamik devamlar

Evet, bu yıla da bir duygusal girdim ama 2010'un benim yılım olacağı duygusu daha Ocak bitmeden içimi doldurdu da taştı bile. Uzun zamandır hayata geçirmeyi ertelediğim fikirler gerçekten hayat buluyor artık. Ertelemek iyi değil. Çok gerekli durumlar dışında. Bir erteleme ustası olup çıkmıştım, ustası olunmaya değer son şey bu.

Maya Pom der ki; "Erteleme, yaşa!".