31 Mart 2012 Cumartesi

çöz.

benim kabul ettiğim, her türlü duyguyu yaşamak. kendini rezil de etmek, kendini acımasızca eleştirmek de, üzen şeylere sonuna kadar üzülmek de... hep eksi yönde durumlar bu yazdıklarım, biliyorum. artı-yönler var, var olmasına ama devamı kesiliyor genelde. buradaki huzursuzluğun ve sebeplerinin farkındayım, hem de çok iyi. şimdiyse, çözme zamanı. çözmek geliyor mu içimden? asıl soru bu, uzun zamandır. beni çözmeye zorlayacak şekilde annemin karnına düştüysem, o güvenilir karanlıktan korkutucu aydınlığa çıktıysam, küçüklüğümden beri içime işlemiş 'bir şeylerle mücadele halindeyim' duygusundan bir türlü kurtulamadıysam da; ya çözeceğim ya da gideceğim. nereye? işte bu, sıcaklığını terk etmek zorunda kaldığım o dokuz-aylık karanlıktan çok daha kocaman bir ışıksızlık. düşüncesine bile katlanamadığım bir ışık yokluğu. 


o zaman, çöz. 

30 Mart 2012 Cuma

her şeyden emin olmak istiyoruz. çok kısa sürelerde. limonatayı karıştırmadan içiyor, sonra da 'bu ekşi yaa' diyoruz, kendimizden emin.

'dur, naptın, dibi şeker doluydu onun'

'yok yok ekşiymiş bu'

'bak! bak bak, dibine bak'

'... hmm, şeker'

şeker ya! ne güzel karışım olacaktı, beklemedin. çünkü hep bilmek istiyorsun. kendi haline bırakmak dururken. sen, şezlonga uzanmış bahar güneşine teslim etmişken kendini, karıştırmana bile kalmayacaktı o limonatayı. şeker eriyip gidecekti kendiliğinden.

'tüh'

tıpkı onun pervazında duran o hareketsiz kahve bardağı gibi.

uyudum uyandım. pencereden gelen güzel esinti beni kendine benzetsin, rahatlatıcı bir akşam rüzgarı olayım. içimdeki kaskatılaşmış, kompleks-yaratıcı geçmiş taşları tuzla buz olsun, hemen şimdi. aynı yanlışları yapmıyorum belki, daha bir bekleyen ve sakin kişi kılığına girebiliyorum. ama artık o kılığın ta kendisine dönüşeyim, yanlışlarımın kopyalarını lazer kılıcımla yok edeyim. sonra da, hiçbir kılıç kalmasın. bir pencere pervazında unutayım, kahkahalarla dolu bir arkadaş buluşmasının mekanında. üzerimde gerçekten hoşuma giden, tamamen beni yansıtan kıyafetler, yanımda benim ona baktığım gözlerle bana bakan ve buna ara vermeyi hayal bile etmeyen erkek arkadaşım, elimde tuttuğum şarap bardağı daha çok bir aksesuar... pencereye yaklaşıyorum, sokak önümde. "aşağı mı atsam? yok, başka birinin eline geçmesin". "bu pervaza bıraksam, tıpkı onun pervazında duran o hareketsiz kahve bardağı gibi, yerinden bir milim bile oynamasa. unutulur gider belki, burada olduğu biline biline".


başka bir yerde devam ediyoruzdur belki de....

29 Mart 2012 Perşembe

cam masada yansımasını gördüğüm kulak, o kulaktan taşmış saç telleri, masaya dayanmış kol bana ait. ben nereye, kime aitim? "tamam teşekkür ederim hoşçakal." çok soğuk bu, çok soğuk.

bence, var olmam bir hata. hata olmasaydı, bu kadar zaman sürer miydi kendimi içine attığım boktan durumlar. olmadı bir türlü. ben deli miyim. elimi tutar mısın lütfen? sımsıkı tutar mısın ve bırakmaz mısın, lütfen. ne olursa olsun beni sever misin lütfen. lütfen böyle gitmez misin, lütfen.

şimdi yemek yemiyorum işte. teşekkür ederim, eski sevgili.

nasıl başladı tüm yamukluklar? ben mi çok farklıydım hep, yoksa genele ayak uydurmaya isteksizdim de, ardı arkası kesilmeyen seferler içime kapandım kaldım? ergenliğin bitmeme olasılığı varsa, ben bunun bir kanıtı gibi ayakta dikiliyorum; karmaşıklığın seyreldiği zamanlar dışında. seyrelmelerdeki uyum sağlama çabam takdirlik. normal bir sevgili, normal bir kız arkadaş, normal bir aile çocuğu olmak içimden gelmiyor değil. ama asıl iç'im, bunlardan sıkılıyor. nasıl anlatacağım, bilmiyorum.

yıllardır anlatmaya çalışıyorum birilerine. en sonunda "bana güvenmiyorsanız, bırakın" diyen, sözde konusunun uzmanına da. nazik olunmasını bekleyen bir uzman. sorgulamayacaksın, olanı kabul edeceksin, gidecek anlatacaksın, sürekli aynı şeyleri anlatsan da ve bu seni yavaş yavaş parçalara ayırsa da. tamam, kolay değil, biliyorum. iki taraf için de kolay değil. ama "şöyle bir sorunun var gibi" diyen kişi, o sorunun göstergelerinden bir-ikisiyle, hem de hafif olarak, karşılaşınca o garip sakinliği içinde ifadesiz suratıyla konuşmaya devam edecek. kimi zaman, içinizden gelen, duvarları yumruklamak bağırmak ve bağırmak olsa da, bu uzmana karşı nezaketinizi bozmayacaksınız. dipte yatan korkularınızı, endişelerinizi, karnınızı sarmalamış örümcekleri gün yüzüne çıkarmayacaksınız, uzmanın yanında. sosyal hayatta çıkarsanız, dışlandığınız durumlar yokmuş gibi, üstüne para verip tüm hallerinizi görmesini ve sizi çözümlemesini beklediğiniz insan da dışlayacak sizi.

nasıl anlatacağım, bilmiyorum, ama anlatacağım. nasıl olacak bilmiyorum. kahretmesin!..

24 Mart 2012 Cumartesi

kayboluyorum, geri geliyorum. kayıplara karışıyorum, kayıplardan kurtuluşuma kadar. gözlerim açık, kapalı bir karanlığa dalıyorum. aydınlık açıklığa, dürbünle bile bakamıyorum. kabuğunu soyup tazeliğiyle devam etmek istediğim birikintilerimi tekrardan gözüme sokmasan olmaz mı? bir kaşık ondan, iki adet şundan, bir sürü hareket yetmiyor mu? bu kadar kısa sürede bu yüzü gülen iğnelemeler niye? seçilene kadar korumaya çalıştığım sakinliğimi dalgalandırdaysan, dalgalardan kaçarak korktuğum kadar hayranıysam da onların, ne yapayım? kendimi mi savunayım hep? yıllar geçmiş, içimde barışı sağlamaya uğraşır ve uğraşırken; o yılları geçirten duyguların tek bir tanesine bile çok ama çok isteksizken, sen küçük sandığın bir şeyler söylüyorsun ama küçük değil onlar. benim için değil. beni seçtin, ben böyleydim. beni seçtin, ben böyle olmam diye mi? ben böyleyim. fiziken ve ruhen. değişirsem değişirim. ama sen beni değişmemişken gördün ve seçtin.

kaybolmak istemiyorum. kolay değil. uzun zamandır deniyorum. bu geçici merdiven benim evim. in-çık, in-çık, inme-çıkma, karar ver-verme. ayakları oynayan merdiveni sabitleştiriyorum, tüm boğulmalarıma rağmen. ne kadar daha az boğulurum, bilmiyorum, ama deniyorum. merdivenim, sahip olduğum tek şey. yeraltından gökyüzüne. umuyorum.