28 Ekim 2011 Cuma

soğumak kötü oluyor ama oldu mu oluyor.

Hızlar değişiyor. Bakışlar grileşiyor. Sokaktakiler boş geliyor.

Kendin boş geliyorsun kendine.

Aşağı in, diptekileri gör. Gözünü kapa, normale dön ve devam et.

Bunu yapmak zorundasın, yoksa delirirsin.

Ucundan dönüyorsun bazen; daha çok duş yap. Aç kafanı.

Öyle ya da böyle, olanı olmayanı at nöronlarından.

Biliyoruz, farklıyız hepimiz.

Ellerimiz çok sıkı tutuşsa bile, kopuk dallardan geliyoruz. Anca çok benzersek, belki.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Miro'dan miniminnacık bir parça


yerler karla kaplı

şehrin ana geçitlerinden birindeyiz

tek tük arabalar

şimdinin iş merkezinin çocuksu ruhu alınmamış daha

biz de çocuğuz, abim ve ben

ben hiç büyümek istemedim belki de

milyarlar içinde sadece ben değilim böyle hisseden

özel değilim, o güzel üç insan için olduğum gibi

kimse için ve hiçbir yerde

benim gibi kolları bacakları, bir alnı ve bir burnu olan o kadar çok var ki

benim dediklerim çoktan denmiş

hissettiğim tüm depresyonlar kat kat aşılmış

sıkışıp kalıyorum böyle bazen

çıkışı görmek istemeyerek kıvranıyorum

yüzümdeki ıslaklığın tuzu dilimde, burnumun ucunda

üzerimde kırmızı paltom, yoksa lacivert mi

karların üstünde poz veriyoruz

ne güzel bir aile, ama şimdi bir garibiz

şimdi herkes bir garip sanki

içim acıyor bazen çok çok

çok bağırmak, kurtuluş istiyorum hiç kurtulamadıklarımdan

ağır-yük hislerden, hafif taklidi yapan düşüncelerden

bana bunları yazdıran bir müzik, üst üste dinliyorum

çünkü ağlamak istiyorum, fazlalığı atmak, kolay olmasa da

kardaki güzellikler büyüdü büyüdü

uzaklaştık bir şekilde, en yakındayken bile

kar bir metafor değil, gerçek. eriyene kadar gerçek.

içimi garip bir nostalji hali vurdu, son dakikalarda. içim, buradaki ışığı istiyor sanki. hiç büyümemek ve hep böyle gülmek zor olmamalıydı. bir şeyler kaybolmasaydı keşke....

2 Ağustos 2011 Salı

Demin banyodaydım. Hiç pis koku yok. Dizüstü bilgisayar lavabonun yanındaki tezgahta. Burası ailemin evi. Internet kullanma alışkanlığı edinmediler. Ben de kaçak giriyorum. Bir şifresiz bağlantı var işte. Arka odada çekiyor. Bir de banyoda. Arada, maillerime ve alıştığım sayfalara banyodan da bakıyorum. Bu akşamsa ilk defa banyoda dizi seyrettim. Californication. Işığı da kapadım. Aslında, en güzeli küvetin karşı duvarına küçük bir ekran olabilir. Küvette banyo keyfi alışkanlığım yok ama bundan sonra neden olmasın? O da başka bir güne…

"Ben, daha en başında söyledim ona. İlişki istemiyorum. Olmuyor. Olmadı. Başkalarıyla. İstesem de onunla ister miydim? Pek sanmam. Sürekli değişiklik taraftarıyım. Değişime, hele ki güzeline dayanamıyorum."

Her gün bir başka.

Geçen günlerin bazı saatlerinde, özellikle de o bazı saatlerin bazı dakikalarında köşeye sıkışmış hissediyorum kendimi. Her şey üstüme üstüme geliyor ve kurtulamayacağım zannediyorum. Beni sıkan, üzen, korkutan hiçbir şeyi başımdan def edemeyecekmişim gibi. Ama gidiyor, hepsi bitiyor. O anlar geçiyor, ben geçiyorum. Yolun karşısına. Pencere pervazından komik bir ifadeyle bakan kedinin önünden. Kulağımdaki müzikle, kendimden. Hiçbir şey kalmıyor. Karamsarlığım uçup gidiyor, bir bakıyorum gülümsüyorum. Yine de, her an her şey değişebilir. Bu olası değişkenliğe biraz olsun yön verebilirim. Kontrolü ele geçirebilirim. Mesela, kağıda yazdığım rastgele kelimelerden kısa bir hikaye başlatabilirim. Ya da…

Devamı, her gün burada. Geçmiş günlerimde denemediğim şeylerle her gün bir başkayım.

dal kapı kiraz halı limon

Daldan dala atlayarak ilerliyorum kapıya doğru. Masadaki bir kase kirazı hiç ara vermeden mideme indirdiğimde, hepsinin gerisin geri ağzımdan çıkacağını tahmin etmeliydim. Internetten siparişle aldığım halıdaki leke kalıcı olacak gibi gözüküyor. Kiraz kırmızısına ne iyi gelirdi, limon mu? Kapıdayım ama elim gitmiyor. Açıl emrini veriyorum, kapının beni taktığı yok. Laftan anlamayacak, belli. Kapıyla konuşmak. Burada bir hata yaptığımın farkındaydım. Elimizi uzatmam lazım. Tokmağına. Kalkmıyor. Kaskatı. Elimiz. Bir şeye çok kızmışım. Hatırlamıyorum. Kiraz vardı. Hepsini yedim. Sonra çıkardım. Buradayım. Hatırlamıyorum.


12 Temmuz 2011 Salı

Birisi içime girdi. Göğsümün tam ortasına bastı ayaklarıyla. Bıraktığı ayak izi, kısacık bir sürede eridi; o, göğsüme yerleştikçe. Yürümeye çalıştıkça, daha derine çöktü, peşinden getirdiği sıkıntı bulutunun öncüsü olarak. En sona kalan kafasındaki, ince dudaklı ağzıyla kendince bir şeyler geveliyor gibi gözükse de, ben dediklerine sinir olsam da, onu içime çekmeye devam ettim. Nefes verip rüzgar gülünü harekete geçirmek varken, onun nefesini de vakumladım. Fuuuuuffff-ppp! İçimdeki balon şiştikçe patlamaya yaklaştım.

Üstümde taşıdığım hayaletlerle özgürce yaşama şansım olsa.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

rüyamdaydı sabah. çok iyi ve mutlu görünüyordu. "nasılsın" dedim, "mutluyum" dedi. "ne güzel" dedim. seviyorum bu adamı, salakça da olsa.

21 Nisan 2011 Perşembe

ruhsuz insanlardan korkuyorum. onlara aşık olabilirim de, ama korka korka. ve beni her korkutmalarında bir değişimden geçiyorum. korkunun yerini kızgınlık alıyor. o geçiyor, dibe bastırdığım sevgim canlanıyor. ve her şey başa sarıyor. yorucu bir süreç bu. ve ruhsuza bunu anlatmak mümkün değil. beş yıl uğraşsan da.

Birisiyle otuz kırk gün zaman geçirmiş olsan da, bundan ortaya bir birliktelik çıkmamış olsa da, onu yüz gün ve daha birçok gün boyunca özlüyorsan, bu aşk mıdır? Onunla paylaşılan anlar, müzikler, yemekler hatırlanır ama tahmin edilmeyecek şeyler de onu hatırlatır durur. Trafik levhaları, bir sokakta trafikte takılınca gözüne ilişen bir tabela, yokuşlar, dönemeçler, güneş ışınlarının bir balkona düşüşü. Sonra aynaya bakarsın, alnındaki küçük tepeciği görürsün. Bu hatırlamalar, gerçeğinden ne kadar uzak olduğunu fark ettirir, deri büzüşür. Üzgünsün. Serserilik yapmışsın. Çok zorlamışsın. O kadar kısa sürede neler neler beklemişsin. Bu beklentinin temeli içine batmış, içini batırmış. Beklemek ne saçma, daha kendin beklemeye hazır değilken.

Merdivenleri saya saya çıkıyordum. İki, dört, altı, sekiz… “Tek gelir umarım”. Yirmi üç. Ohh, tek. Bir şeye işaret mi bu?

Bazen, ne kadar çok yanlış üst üste geliyor. Bu ‘sadece hata’ denebilecek yanlışlar, hata yapmanın tanımından taşabilir de.

Ağaca çıktım ayağım kaydı düştüm.

Ağaca çıktım çürük dala bastım düştüm.

Şey. Bir şey. Tek bir şey. Düz bir şey. Bir de tekdüze bir şey. Önemli bir şey, bazı zaman. Eften püften bir şey, diğer zaman. Aşık olmak gibi bir şey de olabilir. Aşktan çıkış almak gibi de. Yalnız bir şey, tabakta kalan tek bir bezelye tanesi. Kendi üstümde kurduğum baskı.

Ekrana bakmak gözlerimi acıtıyor. Bir şeyleri hatırlamak canımı acıtıyor. Başka bir şeyleri unutmak, bilip de bilmemek gibi. Çalan müzik beynime vurup geri dönüyor, her yerim o parçayla doluyor. Kafamı açıp beyni elime almak, yanlış inşa edilmiş yolları tali yollarla rahatlatmak istiyorum. Tıkanıklığı açmak, trafiği dağıtmak. Trafik polisim olayım. Kendi beynimi en iyi ben tanırım. Doğru mu bu? Çocukken bakkala gidip leblebi tozu alırdım. Çocukken başka ne yapardım? Garip bir çocukluktu benimki. Bence. Az arkadaşlı, az yaramaz. Gereğinden önce ve gereğinden fazla olgun. Arkadaşlar vardı hep, ama bir şekilde hepsinden uzaklaştım. Giden oldu, kalandan ben gittim. Hiçbiriyle dalga geçmedim, salakça şakalar yapmadım. Yazamıyorum bile. Olduğum yerde eriyip gidiyor gibiyim. Öfke var. Sıkıntı var. Dişleri sıkmak var. Sökük olan her şey var. Kırmızının üstüne attığım mavi lekeler kuruyup kalıyor yerlerinde. Yayılmıyorlar. O an oradalar ve sonraki anlarda da sadece orada kalıyorlar.

Mavi-tabak-musluk-gömlek-yorgan-oje. Bunlardan bir bütün oluşturabilirim. İstemiyorum. Çalışma lazım. Hep erteliyorum. İfadesiz günler geldi. Hiçin içinde yine hiçim, gibi. Daha çok yazmalıyım. Tüpteki boya bitene kadar. Tüpü ağzına kadar kıvırıp bastırınca, içinden çıkacak bir şey kalmayana kadar. Karşılaştırmalı düşünme yetim geri geldi ya, yine nefes alabiliyorum. Hiç alamıyordum. Bir ev dolusu saçmalık içinde boğuluyordum. Uyku bastırdı. Bir 10 kilo vermem lazım. Yıllar geçiyor, planlar hala aynı. Yazık.

Hiçbir zaman, kendimin hayranı olmadım. Hep bir huzursuzluk içindeydim sanki. Bunun nedenini bilmiyorum. Belki, doğuştan bir eksiklik. Serotonin eksikliği. Bilimsel bir tanı koyulması gerekmeyen bir ruh hali de olabilir. Ama önemli olan, bu huzursuzluğun yaşayış biçimimi, sevdiklerimi, beni nasıl etkilediği. Kendime hayran olmadım, en hayran olunası kısacık dakikalar dışında. İçim bir şekilde acıyor hala. Artılar da yok değil. Mesela, kendimden nefret etmiyorum. Artık. Değiştiğim kesin, büyüdüğüm de. İster istemez.

23 Şubat 2011 Çarşamba

biri demiş ki;

"sınırı aşmaya başladığımda

beni ben yapan işaretler silinmeye yüz tutuyor

çizgilerim gerisin geri antileşip derimden içeri giriyorlar

belirli bir insana verdiğim rahatsızlığı iki katına çıkarıyorum

üç katına dört katına ilerlerken, kendimi durduramıyorum

hem ona hem bana haksızlık bu

bu kadar b*** yememeliydi kafam

ne yıldızı yaa

bu kadar boku yememeliydi kafam

üstüne basa basa

çok bastım aynı yere, bileğim ağrıyor

omurgama tersten bir rahatlama çöktü

bu gariplik fazla geliyor kaburgalarıma

çatırdayacağım ama telaşa vermiyorum hala

çok ileri gittim

bu kadar takmaya hakkım yok

hadi taktım, belli etme sus artık

olan oldu, sus artık kızım, sus!

yoksa ben kıracağım ağzımı, burnumu, en çok da ellerimi

baş parmaklarım yeter

rahatsızlık veremezsin bu kadar

bırak peşini, bırak

sikerim senin sevmeni de aşkını da oyunu da buyunu da

sus artık SUUUUUUUUUUSSSSS!!!!!!"


var böyle işte. sadece, sakin-rahat-mutlu-kendin ol. olursun , biliyorum.

22 Şubat 2011 Salı

laptopun dokunmatiğine düşmüş gözyaşları kayıyor parmaklarımın altında. "sildim, geçti" diyorum, biraz sonra yine akıp gidiyor beynim sanki. yanılgıya düşen beyin, ne kadar çok düşse de gözyaşları, yenilmez önde bitirir yarışı. yanılmalar içinde kurduğum dünyayı kimse anlamaz, ben bile. tüm bu kısa yazılarla zamane manicisi gibiyim. dört dizelik olmasa da, sayılı cümlelerle sınırlı yazıcıklar. cüce yıldızlar, patlama sonrası halsiz kalırlar. bu küçük sözcük birikintileri de, iç ve dış patlamalarımın zayiatı. ne cüce yıldızlardan, ne de zayiatlardan anlarım. konuşuyorum işte öyle. bir zayiatım var, o da boşa geçirdiğim zamanlarım. boşa geçen demeyeceğim, çünkü onlar boşa geçmek istemiyor. zanlı benim. yakalayın ve sadece olumlu olanı yükleyin beynime. çok ihtiyacım var buna.

bugün benim doğum günüm.

salata yiyorum. yanında, ağlıyorum. kendim olmak istemiyorum. iki saat kırk bir dakika sonra tam olarak otuz dört yaşında olacağım ve hala “kendim olmak istemiyorum” diyorum. hislerimi kaybediyor gibi yapıp katlanıyorum bazen. bazense beceriksizim bunda. herkes böyle. farklı şekillerde. bunu bilmediğimden değil. kendim olmak, herkesi aşmak, kendi alanımı yaratmak istiyorum. ama yine de yol kenarındaki metal korkuluklara tutunuyorum. ya da basamaklardakilere. bu yazdıklarımı kaydetmem lazım. kaydettim birkaç saniye önce. yani bir şekilde durmam gerekti. koruyucu bölgeden geçip, kelimeleri muhafaza ettim.

ben müzik yapmalıydım sadece. bunun yerine, hiçbir şey yapmamayı seçtim. yapıyor gibi yaptığım bir sürü şey oldu. ama gerçekten yapmadım hiçbirini. yaptıklarım yarım kaldı, çeyrekte kaldı, başında kalakaldı. yapmak ne kadar vurucu bir kelime böyle!

zaman geçiyor sürekli. ben çok kayıbım. hep böyle kayıptım. yıllardır aynı. dokuzdan sekize indi gece yarısına kalan dakikalar. aklıma gelen bir okulun bahçesi. mayfest. on dördüm. aşığım. o çocuk başka birileriyle. ben tekim. onu görüyorum, ona bakıyorum belli etmeden. bundan on dokuz yıl, dokuz ay öncesi. kendine güven eksikliğinin devam etmesi için uzun bir süre.

peki, ya gerçekse. nasıl aşacağım bunu diye sormak istemiyorum, çünkü yoruldum. hiçbir şeyi aşmakla uğraşmak istemiyorum. duygusal arayışlarımın, depresyonlarımın, vazgeçişlerimin pat diye kesilmesiyle başlayabilirim tekrardan. anca ve anca bu yolla. ama çok yalnızız değil mi. bu, karnımdaki düğümün …..

yok işte. cümlelere devam etmek bile boş geliyor. inler-çıklar, gitler-geller. çok, çok bezdirici. dayamak lazım kafaya. ama bu da saçma. sadece olsam ve bundan keyif alsam. lütfen, lütfen, lütfen.

17 Şubat 2011 Perşembe

hiçbir şey hiçbir şey değil. büyük bir laf gibi, ama beni başka büyük laflar etmekten koruyabilecek bir büyük laf. hiçbir şeyin hiçbir şey olmadığını kabul edersem herşey olabilecek şeyler benim olur. benim olur! ben-im.

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kendine aşık ol

kırk defa desem bunu her gün.

birine aşık oldum. hayatımda ikince defa. ona.

bir şeyler yanlış. çalışmak istiyorum. bir şeyler yapmalıyım. s*k*y*m.